Kategori : Dernek, Duyuru - Etiketler :Cengiz Alyılmaz, Gökbey Uluç, Göktürkçe davası, Mehmet Yusuf Tekeli - Tarih : 19 Mayıs 2016
08.07.2015 günü, Türk Dili Derneği‘nin başkanı olduğum için beni ve başkan yardımcısı Mehmet Yusuf Tekeli‘yi Erzurum’da şikayet eden Atatürk Üniversitesi’nde görevli Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz‘ın suçlaması, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 04.05.2016 günü verdiği 2016/22766 sayılı yargıyla sonuçlanmıştır. Kazanan biziz, kazanan Türk ulusudur.
Cengiz Alyılmaz, aynı konu üzerinden iki ayrı ülev (dava) açmıştır. Birisini hukuk, öbürünü de ceza mahkemesine. Hukuk mahkemesinin Erzurum’daki 2 duruşmasına çıkmış, 2 duruşmasında bilirkişi tutanağını istemiş, şimdi de 23.06.2016’daki duruşmasını bekliyoruz. Ceza mahkemesine yapılan şikayette ise yukarıda paylaştığımız görseldeki yargıya varıldı. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Fikri ve Sınai Haklar Soruşturma Bürosu’ndaki soruşturma, bilirkişi tutanağı ile Koğuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar çıkarmıştır. Böylece ceza mahkemesine şikayeti düşmüş ve Cengiz Alyılmaz açtığı davalardan birini yitirmiştir. Bu sonucun, sürmekte olan üleve de etki edeceğinden kuşkumuz yok.
Ülev konusu nedir? Hangi konu ile suçlanıyoruz?
Cengiz Alyılmaz, ulusumuzun kağanlık döneminde sıkça kullanılan damgalardan biri olan keçi damgasını kendisinin tasarladığını mahkeme ifadesinde vermiş, söz konusu damgayı Türk Dili Derneği’nin belirtkesinde kullandığımız için de bizi suçlu olarak göstermiş ve tarafımızdan 10.000 TL tazminat istemiştir.
Ülev neden önemlidir? Göktürkçe ile ilgisi nedir?
Göktürkçe’deki damgalardan birinin patentini alabiliyorsak, o zaman geriye kalan damgaların da bir biçimde patentini alabileceğimiz anlamına geliyor. Böylece bir daha kimse bu alfabe üzerinde araştırma yapmasın, yazı yazmasın. İşte bu yüzden, Cengiz Alyılmaz’ın açtığı bu davalar örnek teşkil ediyor. Bu örneklik konusunu mahkemede de dile getirdik. Çünkü bu durum, Latin alfabesindeki “A harfi”nin patentini almakla eşdeğerdir. Böylece bir daha kim “A” yazmak isterse patent sahibinden izin almak durumunda kalacaktır.
Ök damgası, adını yine ök’ten yani keçiden alır. Ök harfi/damgası ile kağanlık damgası kökte bir olan iki ayrı simgedir. Bu durumu biraz daha açıklayıcı olarak, hem de Latin alfabesindeki “A” harfi ile olan ilişkisini görmek için, “A” harfinin nasıl türediğini bilmemiz gerekiyor. Örneğin Çince’deki bir karekterin zaman içerisindeki gelişim evresi şöyledir;
Öküz başının zamanla evrilip “A” harfine dönüşmesi gibi, ök’ün yani keçinin de zamanla evrilip “ök” harfine dönüşmesi bilindik bir gerçektir. Bu da keçiyi betimleyen kağanlık damgasıyla yazıtlarda sıkça geçen ök damgasının/harfinin birbirinden ayrı tutulamayacağının kanıtıdır.
Bu damganın çok az kullanılıyor olması, onu öbürlerinden ayrı tutmaz. Örneğin Bilge Kağan, Gültekin ve Tonyukuk Yazıtları’nda olmayan /ot/ damgası bir başka el yazması olan ve Uygurların yaşadığı bölgede bulunan Turfan yazmalarından Irk Bitig’de işlenmiştir. Yazıtın üzerinde yer alıyor olması, bunun için yeterlidir. Benzeri durum Tonyukuk Yazıtı’nda da vardır. En başta duran ve öbürlerinden belli biçimde ayırt edici büyüklükte olan /ık/ damgası, Gültekin Yazıtı’nın en üstünde duran ve daha çok kağanlık damgası diye bildiğimiz damgayla eşdeğer durumdadır.
Bu durumda davacı, Gültekin Yazıtı’nın en üstünde duran “ök (keçi) damgası/harfi” yerine Tonyukuk Yazıtı’nın en üstünde duran “ık damgasını/harfini” patentlemeye kalksaydı, bir daha kimse “ık harfini” yazamayacak, her seferinde kendisinden izin isteyecekti. Bu da Göktürkçe’nin patentini almaya yol açacak bir durumdur.
İşte bu yüzden, bugün kazandığımız bu karar önemlidir. Her bir damganın kamunun malı olduğunun utkusudur. İşte bu yüzden, Göktürkçe kamunun malıdır, diyoruz. Kazanan biziz, kazanan Türk ulusudur.
Türk Dili Derneği genel başkanı
Gökbey Uluç